İnsan hak ve özgürlüklerinin hayata geçirilmesinde hem devlete hem de vatandaşlara büyük görevler düşmektedir.
Hak ve özgürlüklerin tanınması, devletin olduğu kadar uluslararası kuruluşların da görevleri arasındadır. 20. yüzyılda ortaya çıkan bu anlayış, hak ve özgürlükler alanında yaşanan en önemli ahlaki gelişmedir. Bu yüzyılda başta “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi” olmak üzere birçok uluslararası sözleşme ortaya çıkmıştır.
Uluslararası sözleşmelerin temel amacı, sözleşmelere taraf ülkelerin hukuk sistemlerinde ve devlet icraatlarında insan haklarını koruyucu adımların atılmasını sağlamaktır. Gerekli adımları atmayan ve sorumluluklarını yerine getirmeyen devletleri uyarmak da bu görevin bir parçasıdır.
Devletler, uluslararası sözleşmelerin ve anayasanın yüklediği sorumlulukların gereği olarak hak ve özgürlüklerin kullanılması için gerekli önlemleri almak zorundadır. İster yasal isterse idari olsun bu tedbirlerin alınması insan haklarının hayata geçirilmesi açısından oldukça önemlidir.
Örneğin öğrenim çağına gelmiş çocukların eğitim alması, hasta olan vatandaşların tedavi edilmesi, yaşama hakkının güvence altına alınması gibi hakların tanınması ve vatandaşların bu hakları etkin bir biçimde kullanabilmesi konusunda gerekli tedbirlerin alınması gerekir.
Günümüzde devletin vatandaşa karşı görevleri oldukça çeşitlenmiştir. Devlet; eğitim, sağlık, güvenlik, ekonomik faaliyetleri düzenleme gibi bilinen görevlerinin yanında, hak ve özgürlükleri yaygınlaştırmak ve her yurttaş tarafından kullanılması için gerekli tedbirleri almak gibi yeni görevler üstlenmiştir.
Devlet, hak ve özgürlükler konusunda farkındalık oluşturmak, gerekli eğitimi yapmak, katılımı güçlendirmek gibi konularda çalışmalar yürütmektedir. Özellikle katılımın artması demokrasinin hayata geçirilmesi açısından oldukça önemlidir. Çünkü günümüzde demokrasi katılım olanakları sayesinde yaşam biçimine dönüştürülmektedir.
Bireyleri hak ve özgürlüklerini kullanan, katılım kanalları (sivil toplum kuruluşları, sendikalar, siyasi partiler vb.) aracılığı ile toplumsal yaşama katılan bir toplum demokratik bir toplumdur. Burada, vatandaş ve vatandaşlık kavramlarının ne anlama geldiğini belirtmemizde yarar vardır.
Hukuki anlamda vatandaş, egemen bir devlette yaşayan ve o devlete hukuki ve siyasi yoldan bağlı olan gerçek kişidir. Vatandaşlık ise gerçek kişileri devlete bağlayan siyasal ve hukuksal bağdır. Tanımlardan da anlaşılacağı üzere hak ve özgürlükler konusunda vatandaşların da devlete ve diğer insanlara karşı birtakım görev ve sorumlulukları vardır.
Hak ve özgürlükler yalnızca devletlerin tanımasıyla ya da yasal güvenceye kavuşturmasıyla kullanılır hâle gelmez. Vatandaşların hangi haklara sahip olduğunu bilmesi ve gerekli durumlarda talep etmesiyle kullanılır hâle gelir.
Örneğin, bozuk ürünlerin iadesi konusunda yasal düzenlemelerin olması tüketici hakları için oldukça önemlidir ancak yeterli değildir. Aldığımız ayıplı bir ürünün, iadesi ya da değiştirilmesi için talepte bulunduğumuzda bu hakkımızı kullanmış oluruz. Yine çevrenin korunması ile ilgili yasal mevzuatın olması, temiz bir çevrenin oluşturulması için yeterli değildir. Çevre konusunda duyarlı olmak, onu kirletmemek, kirletenleri ilgili makamlara bildirmek gibi sorumlulukların da yerine getirilmesi gerekir.
Konut dokunulmazlığı hakkının yasal olarak tanınması onu güvence altına almaya yetmemektedir. Konuta, mahkeme kararı olmaksızın dokunmaya çalışanlara engel olmak da gereklidir. Devletin seçme ve seçilme hakkını tanıması bu hakkın kullanılacağı anlamına gelmemektedir.
Vatandaşın seçme ve seçilme hakkını kullanmak için gerekli girişimlerde bulunması da gerekmektedir. Açıkça görüldüğü gibi vatandaş, hak ve özgürlüklerini kullandığında hem devlete ve başka insanlara karşı sorumluluklarını yerine getirmiş hem de demokrasinin hayata geçirilmesini sağlamış olur.
Jürgen Habermas demokrasiyi ortak bir iradenin oluşum süreci olarak tanımlar. Ona göre bu süreç tartışmalarla geçer ama çeşitli gerekçelerle bir sonuca varılır. İşte bu yüzden herkese bu sürece müdahale etme ve genel anlaşmayı sağlayacak olan kararlara katılma hakkı tanınmalıdır. Bu hakkı sağlayan kurumların ve hukukun da vatandaşların gözetiminde olması gerekir. Ayrıca kararlara katılımın önündeki engellerin de kaldırılması gerekir. Her toplumda, “Bu işle ilgilenmem.”, “Buna karışmam.” anlamında “neme lazım” tavırları içinde olan insanlar vardır. Çevresine duyarlı olmayan ve harekete geçmeyen bu insanlar katılımcılığın önündeki bir engeldir. Yine “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.” atasözünde dile getirilen kültürel anlayış da katılımcılığın önünde bir engeldir.
Yasalar yasaklar üzerine kuruluysa, ceza vermek temelli ise insanlar harekete geçme konusunda geri duracaklardır.
Kişilerden, kültürden ve yasalardan kaynaklanan bu tür engellerin ortadan kaldırılması, katılımcılığın artmasını vatandaşların kararlara ortak olmasını sağlayacaktır. Katılım, toplumdaki diğer bireylerle iletişim kurmayı gerektirir. Katılımın etkin bir biçimde gerçekleşmesi için iletişim kanallarının açık olması gerekir.
Doğal ve fiziki çevreye duyarlı, insan ilişkileri kuvvetli, sorumluluk almaktan kaçınmayan insanların varlığı katılımı artıracaktır.
Bir yanıt bırakın