İnsan Hakları Alanında Yaşanan Gelişmeler

Fransa'nın uyduğu temel ilkeler 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi'nde yer almaktadır.
Fransa'nın uyduğu temel ilkeler 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi'nde yer almaktadır.

İnsan haklarının filozoflar tarafından ele alınması ve sorgulanmasının tarihi oldukça eski olmasına karşın siyasal bir öğreti olarak ortaya çıkışının düşünsel temelleri XVII. yüzyılda atılmıştır. Bu yüzyılda yeni anlamlar kazanan doğal hukuk kuramı insan hakları konusunda çığır açmıştır.

Doğal hukuk anlayışı bu dönemde, insanların doğuştan özgürlük, eşitlik, yaşama gibi birtakım hak ve özgürlükleri olduğunu ve bunların yer veya zamana göre değişemeyeceğini savunmuştur. Bu anlayışa göre insan sırf insan olması nedeniyle doğuştan bazı hak ve özgürlüklere sahiptir ve devletler bunlara hiçbir şekilde dokunamazlar. Daha sonra İngiltere, Amerika ve Fransa’da insan haklarına ilişkin çeşitli bildiriler yayımlanmıştır. Bunlardan en önemlisi, 1789 yılında yayımlanan Fransız “İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirisi”dir.

Söz konusu bildiri, Avrupa’da ve dünya genelinde kişi hak ve özgürlüklerinin yayılmasında çok önemli katkılar sağlamıştır. Bildiri; felsefi, siyasi, sosyolojik ve ekonomik bakımdan liberal anlayışların güçlenmesini sağlamıştır. Devletin ekonomik alanda olduğu gibi, hak ve özgürlükler alanında da müdahaleci olmaması gerektiği görüşü yaygınlaşmıştır.

Devletin hak ve özgürlük alanına müdahaleci olmaması gerektiği anlayışının yaygınlaşması sosyal hakların doğmasına ve özellikle Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yapılan anayasalara insan haklarının girmesini sağlamıştır. Klasik haklar (Daha çok koruyucu haklar olarak bilinir.) yanında, sosyal ve ekonomik haklar (isteme hakları) ve siyasal haklar (katılma hakları) ortaya çıkmıştır. Hak ve özgürlüklerin genişlemesi ve anayasal güvenceye kavuşması da önemli bir aşamadır.

Fransa'nın uyduğu temel ilkeler 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi'nde yer almaktadır.
Fransa’nın uyduğu temel ilkeler 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nde yer almaktadır.

Hakların anayasa ile güvence altına alınmasını, uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınması izledi. 1948 yılında Birleşmiş Milletlerce kabul edilen “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi” en önemli bildirgedir. Bildirgenin, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yayımlanmasında bu dönemde yaşanan büyük acıların etkisi vardır. İnsanlık bu acıların bir daha yaşanmaması için bir araya gelmiş, dönemine göre oldukça ileri kararlardan oluşan bildirgeyi kabul etmiştir. 3 Eylül 1981 tarihinde yürürlüğe giren “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi”, başta toplumsal cinsiyet eşitsizliği olmak üzere, kadına karşı yapılan her türlü kötü muameleyi ortadan kaldırmak amacıyla yayımlanmıştır.

20 Kasım 1989 tarihinde onaylanarak yürürlüğe giren “Çocuk Hakları Sözleşmesi” nerede doğduklarına, kim olduklarına cinsiyetlerine, dinlerine ya da sosyal kökenlerine bakılmaksızın bütün çocukların haklarını güvence altına almıştır. Sözleşmeyle; çocuklara yaşama hakkı, eksiksiz biçimde gelişme hakkı; zararlı etkilerden, istismar ve sömürüden korunma hakkı; aile, kültür ve sosyal yaşama eksiksiz katılma hakları tanınmıştır.

İnsan hakları alanında yaşanan olumsuz gelişmeler, yeni sözleşmelerin gündeme gelmesine neden olmuştur. Özellikle savaşlar, işkence ve insanlık dışı davranışlar vb. ihlallerin artması, yaptırım gücü de olan yeni mahkemeleri doğurmuştur. Birleşmiş Milletlere bağlı Uluslararası Adalet Divanı, Avrupa Konseyine bağlı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bunlardan birkaçıdır. Özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, insan hakları alanında dünyada yaşanan ihlalleri önlemede önemli işlevler görmektedir.

Bütün bu gelişmelere rağmen ihlallerin önüne geçilememiştir. Günümüzde de ihlaller bütün hızıyla sürmektedir. Savaşlar sürmekte, hak ve özgürlük ihlalleri devam etmekte ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin önündeki dosyalar her geçen gün artmaktadır. Bununla birlikte kimi olumlu gelişmeler de yaşanmaktadır. Bazen uluslararası kuruluşların, yaşanan ihlalleri ortadan kaldırmak için müdahil olduğuna tanık olmaktayız, bazen de devletlerin hak ve özgürlük ihlallerini önlemek için yeni düzenlemeler yaptığını görmekteyiz. Yapılan düzenlemelerin, yaşanan hak ihlallerini ortadan kaldırdığını ve yaşanacak hak ihlallerinin de önüne geçtiğini bizzat yaşayarak öğrenmekteyiz. Hak ve özgürlük ihlallerinin önüne geçecek düzenlemelerden biri 2010 yılında yapılan anayasa değişikliği ile Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkının tanınmasıdır. Böylece her yurttaş, hak ve özgürlük ihlali durumunda Anayasa Mahkemesine başvurarak ihlalin ortadan kaldırılmasını isteyebilmektedir.

Yine 2004 yılında yapılan anayasa değişikliğinde “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.” denilerek uluslararası sözleşmelerin iç hukukun üstünde olduğu kabul edilmiştir. Böylece yaşanan ya da yaşanacak olan birçok hak ve özgürlük ihlalinin önüne geçilmek istenmiştir. Yaşanan hak ve özgürlük ihlallerini uluslararası sözleşmelerle değerlendirmek ve ona göre çözüm üretilmesini istemek en doğal hakkımızdır. Söz konusu sözleşmeler, hiçbir ayrım yapmadan insanları yüceltir ve merkeze alır.

Atatürk bu durumun önemini “Her türlü hakkın kaynağı kişidir. Çünkü gerçek, hür ve sorumlu olan yaratık yalnız insandır.” (Atatürkçülük 1, s. 175) sözleriyle vurgulamıştır.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*