
Adalet, hukuk ve devlet kavramlarını açıklamaya önce devleti açıklamakla başlamak gerekir. Çünkü devleti anlamadan hukuk kavramını, hukuk olmadan da adalet kavramını anlamlandırmak hayli güçtür.
İnsanı diğer canlı türlerinden ayıran sayısız özelliği vardır. Bu ayırt edici özelliklerden en önemlilerinden biri, insanın toplumsal varlık (Homo socius) oluşudur.
Şüphesiz insan dışındaki pek çok canlıda toplu (sürü) halde yaşamaktadır. Fakat insan dışındaki canlıların sürü halinde yaşaması tamamen içgüdüseldir. Halbuki insan tamamıyla bilinçli olarak, aklı ve özgür iradesiyle toplu halde yaşamayı tercih eder.
Toplu Halde Yaşama
İnsanları toplu halde yaşamaya iten çeşitli nedenler vardır. Bunlardan biri ortak ihtiyaçların karşılanmasıdır. Bilimsel ve teknolojik gelişmelere paralel olarak artan ve çeşitlenen insan ihtiyaçları, insanları bir arada yaşamaya mecbur etmektedir. Hiçbir insan kendisi için gerekli olan mal ve hizmetlerin tamamını kendisi karşılayamaz. Toplumdaki bütün bireyler farklı mal ve hizmetler üretir ve bütün bireyler güçleri ölçüsünde bu mal ve hizmetlerden yararlanırlar. Böylece dikiş dikmesini bilmeyen biri elbise giyebilir ya da hiç inek görmemiş biri süt içebilir.
İnsanları bir arada yaşamaya iten bir diğer neden de bir arada olmaktan sağladıkları duygusal doyumdur. İnsana özgü sevgi, nefret, kıskançlık, annelik, babalık, hoşgörü vb. duyguların gerçekleşebilmesi başka insanların varlığını zorunlu kılar.
Tabiattaki canlıların belki de en zayıfı ve gelişimini en uzun sürede tamamlayanı olan insan ancak toplum sayesinde varlık bulur. Tabiatta tek başına bırakılmış bir bebeğin yaşamını devam ettirebilmesi imkansız gibidir. Üstelik yaşamını devam ettirebilse bile dış görünümü hariç, insani hiçbir özellik kazanamaz. İnsan ancak toplum sayesinde varlık bulur ve güçlü olur.
Şehir Devletleri
İnsan toplumlarının geçmişini araştıran antropoloji biliminin verilerine göre insanların kurdukları ilk topluluklar klanlar ve boylardı. Avcılık ve toplayıcılıkla ya da sınırlı tarımsal faaliyetlerle geçinen ve yan göçebe olarak yaşayan bu ilkel toplumlarda toplumsal yaşamı idare eden basit kurallar vardı. Toplumun her bireyi bu kurallara uymak zorundaydı. Yöneten ve yönetilen ayrımı bulunmuyordu. Zamanla bu küçük insan toplulu klan askeri, dini ya da ticari sebeplerle bir araya gelerek tarihteki ilk devlet tipi olan şehir devletlerini (site devleti) kurdular.
Farklı dinlerin anlayış ve kurallarının hüküm sürdüğü küçük toplulukların şehir devletlerinde bir araya gelmesi, toplumun bütün bireylerince paylaşılan bir takım kuralların varlığını ve bir örgütlenmeyi zorunlu hale getirdi. Şehir devletletiyle birlikte mesleki ve teknik iş bölümü yaygınlaşmaya başladı. Terzilik, ustalık vb. zanaat kolları, askerlik, yöneticilik, din adamlığı gibi meslekler ve toplumsal sınıflar ortaya çıkmaya başladı.
Devlet yukarıda sayılan şartların ortaya çıkmasıyla ortaya çıkan bir olgudur. Tarihte ilk olarak şehir devletleriyle ortaya çıkan devlet daha sonra imparatorluklar şekline dönüşmüş, imparatorlukların zayıflaması feodal devletleri ortaya çıkarmış. 16.yy. da yapılan Wesfalia barış antlaşmasıyla bugünkü modern devletlerin öncüsü sayılan ulus devletler ortaya çıkmıştır.
En basit ve yalın bir tanımla devlet, birlikte yaşamak üzere örgütlenmiş insan toplumudur. Bir başka tanımla devlet, yerleşik bir topluluğun hukuksal ve siyasal açıdan örgütlenmesi sonucu oluşan, tüzel kişiliğe ve egemenliğe sahip soyut varlıktır. Bu anlamda devleti kişileştirmek bir yanlış anlamadan ibarettir.
Devlet düşünen, karar alan ve uygulayan somut bir varlık değil soyut bir örgütlenmedir. Gerçekte devletten bahsederken insanları, kurum ve kuralları kastetmiş oluruz. Devlet adaletsiz dediğimizde, devlet erkini (güç) elinde bulunduranların ya da kuralların adaletsizliğinden bahsetmiş oluruz. Devletin bir hakkımızı çiğnediğini söylerken gerçekte, devlet adına karar alan ve uygulayanların, devletin karar alma ve uygulama mekanizmalarını elinde bulunduranların haklarımızı çiğnediğini söylemiş olunız.
Devletin varlığı için bazı ögelerin varlığı zorunludur. Bunlar olmaksızın bir devletin varlığından bahsetmek mümkün değildir.
Devletin Varlığı İçin Gerekli Ögeler
- Halk: Ortak bir amaçla bir araya gelmiş insanlara halk denir.
Halk ve millet kavramları aynı değildir. Halk somut bir varlıktır. Belli bir zamanda belli bir yerde yaşayan insanları ifade eder. Halbuki millet soyut bir varlıktır. Türk halkı denildiğinde halen ülkemizde yaşayan insanlar ifade edilirken, Türk Milleti denildiğinde dünyanın birçok ülkesinde yaşamakta olan ve geçmişte yaşamış geniş bir insan topluluğu ifade edilir. Bir millet olmadan devletin varlığından söz edilebilir fakat halk olmaksızın devletin varlığından söz edilemez. Söz gelimi Irak Devleti bir Irak milleti olmaksızın vardır. Fakat Irak halkı olmasaydı Irak devleti olamazdı.
- Ülke: Bir devletin var olabilmesi için devleti oluşturan halkın devletin egemenlik alanını oluşturan bir toprak parçası (vatan=yurt)’nın olması gerekir.
- Egemenlik: Devletin varlık koşullarından biri de egemenliktir. Egemenlik devletin sınırsız ve koşulsuz bir bağımsızlığa sahip olması, ülke içinde kendine rakip başka bir gücün bulunmaması, uluslararası alanda ise diğer devletlerle eşit iradeye sahip olması demektir.
Yukarıda da ifade edildiği gibi insan toplumsal bir varlıktır. İnsan toplumları insanların bir araya gelmeleri sonucu oluşmuş bir kalabalık, sayısal bir çokluk değildir.
Hukuk
Toplumu oluşturan bireyler belli bir amaç için bir araya gelirler ve sürekli bir ilişki içindedirler. Birbirinin varlığından haberdar birden fazla kişinin belli bir amaçla bir araya gelmesine sosyal ilişki denir. İnsanlar arası ilişkiler gelişigüzel değil belli kurallar çerçevesinde gerçekleşir. Yani sosyal ilişkileri düzenleyen birtakım kurallar vardır. Birbirleriyle yakından ilişkili olan bu kurallar, ahlak kuralları, din kuralları, gelenekler, diller ve hukuk kurallarıdır. Sosyal ilişkileri düzenleyen kurallar arasında hukuk kuralları ayrıcalıklı bir yere sahiptir.
Hukuk, hak kelimesinin çoğuludur. Haklar anlamına gelir. Hukuk bir devlette tüzel ya da gerçek kişilerin birbirleriyle ve devletle olan ilişkilerini adalete uygun olarak düzenler. Kişilerin sahip oldukları hak ve yükümlülüklerin sınırlarını çizer.
Hukuk kurallarının varlık nedeni kamu düzeninin sağlanması ve sürdürülmesidir.
Kişilerin ne zaman, nerede ve nasıl davranacaklarını belirleyen hukuk kurallarının olmadığı bir insan toplumunda kargaşa egemendir. İnsanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen diğer sosyal ilişki kuralları toplumsal düzeni sağlamada yetersiz kalır. Çünkü bu kurallar hem kişiden kişiye değişir, hem de yaptırım güçleri zayıftır. Herkesin ahlak anlayışı, gelenek ve görenekleri farklı olabilir. Üstelik ahlaka ve geleneklere aykırı davranışlarda bulunanlara uygulanan yaptırımlar ayıplama ve kınama şeklinde olduğundan kişilerin olumsuz davranışlarını engellemede yetersiz kalabilirler. Halbuki hukuk kuralları kamu gücü tarafından korunan güçlü yaptırımlar içerirler. Bu yaptırımlar, özgürlüğü kısıtlayıcı ya da mali yaptırımlar şeklinde olabilir. Hukuk kurallarını çiğneyenler devletin güvenlik güçlerini ve adli makamları karşılarında bulurlar.
Hukuk Kurallarının Sıralanması
Hukuk kuralları anayasa, yasa, tüzük, yönetmelik, yönerge ve genelge olarak sıralanırlar. Mahkemelerce daha önce verilen kararlar da hukuk kurallarının bir parçasını oluşturur. Eğer bir anlaşmazlık konusunda yazılı bir hüküm yoksa toplumda geçerli olan dil ve adetler de anlaşmazlığın çözümünde etkili olur. Alt kademedeki bir hukuk kuralı da bir üst kademedekine uygun olmak zorundadır.
Kanunlar yasa koyucu tarafından kabul edilir. Kanunların nasıl uygulandığını gösteren tüzükler Bakanlar Kurulu tarafından hazırlanır. Fakat Bakanlar Kurulu tüzükleri hazırlarken devletin en yüksek danışma organı olan Danıştay’ında görüşünü almak zorundadır. Daha alt kademedeki hukuk kuralları bakanlıklar tarafından hazırlanır.
Hukuk kuralları şekli bakımından emredici, tanımlayıcı, yorumlayıcı ve tamamlayıcı nitelikte olabilir. Bütün hukuk kuralları emir ve yasaklar içermez. Söz gelimi 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4. maddesi “Mevcut kuruluş biçimine bakılmaksızın, Devlet ve diğer kamu tüzel kişiliklerince genel idare esaslarına göre yürütülen asli ve sürekli kamu hizmetlerini ifa ile görevlendirilenler, bu Kanunun uygulanmasında memur sayılır.” ifadesiyle devlet memurunu tanımlamıştır. Burada bir yaptırım ya da yasak söz konusu değildir. Emredici hukuk kuralları kişileri belli bir şekille davranmaya zorlar. Örneğin Medeni Kanun’un 141. maddesine göre evlilik akdi ancak evlendirme memuru huzurunda yapılabilir. Bu kurala göre kişilerin başka türlü davranmaları olanaksızdır. Kanuna aykırı olarak imam nikahı ile evlenenlerin evlilikleri geçersiz sayıldığı gibi, böyle davranışlar kanunun öngördüğü cezaya da çarptırılırlar.
Hukuk düzeninin gerçekleştirmeye çalıştığı şey adalet idesidir.
Adalet
Adalet kavramı tanımlanması çok güç bir kavramdır. Bu nedenle adalet kavramını tanımlamak yerine tartışmak daha yararlı olacaktır.
Genellikle adalet, hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme, doğruluk olarak tanımlanmaktadır. Fakat hukuka uygun olan her şey adaletli olmayabilir. Söz gelimi yasaya uygun olarak toplanan bir verginin adaletli olmadığı ileri sürülebilir. Hak anlayışı ve hukuk sistemleri farklılık gösterebilmekte ve bu doğrultuda kişilerin ve toplumların adalet anlayışları da farklılaşabilmektedir.
Antik Yunan düşünürlerinden Aristoteles (MÖ. 384-322) dağıtıcı adaleti, malların ve şerefin herkesin toplumdaki durumuna göre dağıtılması, denkleştirici adaleti de cezanın suçun, tazminatın ise haksız filin doğurduğu zararı ortadan kaldırması olarak görmüştür. Denkleştirici adalet hukuki ilişkileri düzenleyen genel ve objektif standartlara ulaşmayı hedefler. Gözü bandajlı ve kime verdiğini bilmeden adalet dağıtan adalet ilahesi Themis denkleştirici adaletin sembolüdür. Aristoteles’in hocası Platon (MÖ 427-347) hak ve adaletin güçlüler tarafından kendi işlerine gelecek biçimde yorumlanabileceğini ileri sürmüştür.

Ünlü hukukçu Grotius (1583—1645) söze bağlılığı, İngiliz filozofu Hobbes (1588-1679) sözleşmeye uygun davranmayı, Alman filozofu Kant (1724-1804) şerefli yaşamayı, herkese payına düşeni vermeyi ve kimseye zarar vermemeyi Rawls hakkaniyete ve eşitliğe uygunluğu, eşitliği ve özgürlüğü adalet olarak görmüştür. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Neredeyse insan sayısı kadar farklı adalet anlayışı vardır.
Çağımızda da hangi hukukun adalete uygun ve doğru olduğu konusundaki fikir farklılıkları devam etmektedir. Bunun nedeni, kişilerin sahip oldukları adalet fikrinin; kendi kişisel çıkarlarından, inançlarından, mensubu bulundukları toplumun, sosyal grubun özelliklerinden ve kişilerin mizaç ve karakterinden etkilenmesidir.
Hukuk Sistemleri Arasındaki Farklılıklar
Amacı ve kapsamı bakımından hukuk sistemleri arasında farklılıklar bulunur. Hukuk sistemleri arasındaki bu farklılıklarda adalet anlayışının farklılık göstermesine neden olur. Söz gelimi herkese hak ettiği cezanın verilmesi gerektiğini savunan bir hukuk sisteminin adalet anlayışıyla hukuku sosyal bir koruma aracı sayan ve suç işleyenlerin ruhsal eksikliklerinin göz önüne alınması gerektiğini savunan bir hukuk sisteminin adalet anlayışı birbirleriyle çelişir durumdadır.
Toplumca paylaşılan, çoğunluk tarafından kabul edilen şeylerin adalet olduğu savunulabilir. Fakat bu çoğunluğun adaleti olmaktan öte gidemez.
Sonuçta adaletle ilgili tartışmalar geçmişten günümüze hep var olmuştur. Fakat tıpkı ahlaki yargılar gibi adalet ideal de objektif bir temel üzerine oturtulamamıştır. Genelde adaletle ilgili herkesin ittifakla kabul ettiği temel değerler vardır. Bunlar;
- Herkesin yasalar karşısında eşit sayılması,
- Ahlakça olumsuz kabul edilen fiillerin hukuk tarafından da suç sayılması,
- Benzer suçlara benzer cezalar verilmesi,
- Vatandaşların “nimette ve külfette” eşit olmaları gibi sıralanabilir.
Devletin temel varlık nedenlerinden biri adaletin gerçekleştirilmesidir. Devletler bu görevlerini hür ve bağımsız yargı organları aracılığı ile gerçekleştirmeye çalışırlar.
1982 Anayasası’nın 5. maddesinde “…kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkesiyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığını geliştirmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak” devletin amaçları arasında sayılmaktadır.
Bir yanıt bırakın