Demokrasi Düşüncesinin Gelişimi ve Demokrasi Kavramı

J. J. Rousseau (solda), Montesquieu (ortada) ve J. Locke demokrasi düşüncesinin gelişimine önemli katkılar sağlamış düşünürlerdir.
J. J. Rousseau (solda), Montesquieu (ortada) ve J. Locke demokrasi düşüncesinin gelişimine önemli katkılar sağlamış düşünürlerdir.

Bugün dünyanın bütün dillerinde kullanılan ve evrensel bir anlam ve değer kazanmış olan demokrasi sözcüğü kökeni itibariyle Eski Yunancadan gelir. Eski Yunancada “demos” sözcüğü halk, “krasi” sözcüğü ise iktidar ya da egemenlik anlamına gelmektedir. Bu doğrultuda demokrasi sözcüğü “halk iktidarı”, “hak egemenliği” anlamlarına gelmektedir.

Antik Yunanda belli bir siyasal rejimi ifade eden demokrasi sözcüğü özellikle Atina’da ve diğer Yunan şehir devletlerinde uygulanan yönetim biçimini anlatmak için kullanılır.

Demokrasi Kavramı

Demokrasi kavramı bugünün dünyasında hemen her yerde bir özlemi, vazgeçilmez bir ideali temsil etmektedir. Bazı marjinal gruplar hariç hiçbir kimse ya da grup demokrasiye karşı kayıtsız ya da karşı bir tutum takınmamaktadır.

Dolayısıyla demokrasi özlemi ya da bu özlemin bir süreç içinde gerçekleştirilmesi anlamına gelen demokratikleşme talebi, paylaşılan bir evrenselliği ortaya koymaktadır. Fakat bir ideali, bir özlemi dile getiren bu sözcüğü tanımlamaya gelince bazı güçlükler ve sorunlar ortaya çıkmaktadır.

Bir taraftan bir ideali dile getirmesi bakımından evrensel niteliğe sahip olan demokrasi, diğer taraftan uygulamaları yönüyle yöreseldir. Toplumdan topluma, kültürden kültüre farklı bir biçimde yorumlanıp uygulanabilmektedir.

Demokrasinin “sosyal demokrasi”, “sanayi demokrasisi”, “iktisadi demokrasi” gibi başka anlam ve anlatımları olsa da burada üzerinde durulan siyasal demokrasidir. En basit ve yalın anlamıyla “siyasal demokrasi” “halk egemenliği”, “egemenliğin halka ait olması” anlamına gelmektedir. ABD eski başkanlarından Lincoln tarafından yapılan ve bugün de geçerliliğini koruyan tanıma göre ise “demokrasi siyasi iktidarın toplumda, toplum için, bizzat toplum tarafından kullanılmasıdır. Fakat demokrasi kavramı hakkında ciltler dolusu kitaplar yazılmış olmasına rağmen demokrasinin tam olarak tanımlanması imkansızdır. Üstelik demokrasinin tam olarak tanımlanması onu bir ideal olmaktan çıkartıp, bir ideolojiye dönüştüreceğinden istenmez.

Demokratik Siyasal Sistemin Temel İlkeleri

Bugün Batı ülkelerinde ve Türkiye’de demokratik siyasal sistemin üzerinde anlaşılmış olan temel ilkeler aşağıdaki noktalar etrafında toplanmaktadır:

  • Devlet başlı başına bir amaç değil, bazı amaçlara ulaşmak için bir araçtır. “Demokrasilerde devletin başlıca amacı, ayırımsız biçimde insanın dolayısıyla da toplumun mutluluğunu sağlamaktır.” Bu doğrultuda devlet bireylere kapasitelerini kullanma, ilgi ve kabiliyetleri doğrultusunda kendilerini geliştirme ve bu doğrultuda bir yaşam sürme imkanı
  • Bütün demokrasilerde insanlar doğuştan birtakım vazgeçilmez ve devredilmez haklara sahiptirler. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve diğer uluslararası belgelerde belirlenen ve ırk, cinsiyet, sınıf, mezhep vb. ayrımı olmaksızın herkesin sahip olduğu bu hakların kullanılması yönündeki bütün engellerin kaldırılması demokrasinin en temel görev!erinden biridir.
  • Demokrasi bireysel özgürlüğü korur ve geliştirir. Demokrasilerde bireyi ön plana çıkaran, bireyin doğuştan özgür olduğu düşüncesidir. Elbette bu sınırsız bir özgürlük değildir. Bireylerin sahip oldukları özgürlükler başkalarının özgürlükleriyle sınırlıdır.
  • Demokrasilerde insanlar yasalar önünde ve kamu hizmetlerinden yararlanma bakımından eşit sayılırlar. İnsanlar arasında çeşitli nedenlerle mutlak bir eşitlik olmasa da kamu hizmetlerine katılma, kamu hizmetlerinden yararlanma ve yasalar karşısında bireyler eşit muamele görürler.
  • Demokrasi insan aklına inancı esas alır. Bu doğrultuda demokratik bir yönetimde bireylerin kendi genel sorunlarını algılayacak ve bunları rasyonel yöntemleri kullanarak çözecek bilgi ve kabiliyete sahip oldukları düşüncesi Ya da bireylerin bu niteliklere sahip olarak yetiştirilmeleri ve eğitilmelerinin sağlan­ ması demokratik bir yönetimin en temel görevlerinden biridir.
  • Demokrasi çoğunluğun yönetimine dayanır. Fakat bu çoğunluğun bütün isteklerinin ve taleplerinin karşılanması demek değildir. Demokrasi azınlığın haklarının korunmasını da gerektirir. Sayılan ne denli az olursa olsun çoğunluktan farklı düşünenlerin haklı ve gerçekleştirilebilir talepleri göz ardı
  • Demokrasi halkın egemenliğine dayanır. Halkın egemenliği önündeki bütün engellerin kaldırılması demokrasinin en temel görevidir. Siyasal gücün kullanılmasının yönetilenlerin isteklerine dayalı olması demokrasinin vazgeçilmez bir koşuludur. Hükümetin siyasal gücünün anayasa ile sınırlandırılması demokrasinin bir gereğidir.
  • Demokraside kuvvetler ayrımı esastır. Yasama, yürütme ve yargı organlan birbirlerinin alanlarına müdahale edemeyecek biçimde ayrılmışlardır.
  • Demokrasi temsil esasına dayanır. Bugünün toplumlarında halkın doğrudan yönetime katılması mümkün olmadığından halk kendisini yönetecek olanları kendi eliyle seçer. Bu durum siyasal partileri demokrasinin vazgeçilmez bir aracı olarak ortaya çıkarır.

Demokrasi Bir Yaşam Felsefesidir

Demokrasi bağlamında dikkat edilmesi gereken bir noktada demokrasinin bireyin sosyal gerçekliğinden yalıtılarak yalnızca bir hükümet biçimi olarak görülemeyeceğidir. Demokrasi bir hükümet biçimi olmanın ötesinde, bir yaşayış biçimi yani bir tür yaşam felsefesidir.

Nihayet demokrasi insana bir değer olarak önem veren ve insan kişiliğinin özgürce ve eksiksiz biçimde gelişmesine imkan sağlayan bir yönetim ve fazilet rejimidir. Demokrasi bugün geldiği seviyeye belli aşamaları kat ederek gelmiştir. Ana hatlarıyla bu aşamalara değinmek yararlı olacaktır.

Demokrasi Tarihi

Bir sözcük olarak demokrasiyi ilk kullanan Yunanlılar, bir yönetim biçimi olarak demokrasiyi keşfeden ve ilk uygulamalarını yapan bir uygarlıktır. Demokrasinin ilk uygulandığı yer Atina’dır. Atina’da vatandaşlar sitenin yönetimine ilişkin kararların alınmasına katılmış ve oy kullanmak yoluyla tercihlerini belirtmişlerdir. Bu Atina’da yaşayan herkesin yönetime katılabildiği anlamına gelmiyordu.

Bir Atinalının mecliste yönetime katılabilmesi için özgür olması, Atina vatandaşı olması, yirmi yaşını doldurmuş olması ve erkek olması şarlan aranıyordu. Yani Atina’da çocuklar, köleler ve kadınlar yönetimde söz sahibi değillerdi. Atina Meclisi yürütme konseyini ve mahkemelerde görev yapacak yargıçları seçiyordu.

Atina’da uygulanan ilk demokraside ekonomik eşitsizliğe rağmen politik bir eşitlik sağlanmaya çalışılmıştır. Her yurttaş bir oy hakkına sahipti. Fakat bu durum mutlak bir politik eşitliğin sağlandığı anlamına gelmemelidir. Zira vatandaşlar oylarını kullanırken asillerin, zenginlerin ve hitabet yetenekleriyle halkı etkileyebilenlerin büyük ölçüde etkisinde kalmakta ve oylar bu doğrultuda gruplaşabilmekteydi.

Platon (solda) ve Aristoteles demokrasinin çoğunluk diktatörlüğüne dönüşebileceğini savunmuşlardır.

Demokrasi ilk önce Antik Yunanda uygulanmış bir yönetim biçimi olmasına rağmen dönemin bazı düşünürleri tarafından şiddetle eleştirilmiştir. Söz gelimi Aristoteles ‘e göre demokrasi “insanların tartılmak yerine sayıldıkları” bir yönetim biçimidir. Ona göre sonunda halk, kendi sığ çıkarları peşinden gidecek, demagogların, göz boyayıcıların etkisinde kalacak ve yönetim ister istemez bir çoğunluk diktasına dönüşecektir. Dönemin ünlü filozofu Platon da demokrasinin sonunda bir tiranlığa dönüşeceğini savunmuştur.

Antik Yunanda başlayan demokrasi Antik Roma’da giderek önemini kaybetmeye başlamıştır. Gerek Cumhuriyet döneminde gerekse onu izleyen İmparatorluk döneminde Roma’nın yönetimi eşitlik ve katılıma açık olmamış, bir aristokrasi (seçkinler yönetimi) olmuştur.

Tüm Orta Çağ boyunca imparatorluklar hüküm sürmüştür. Zaman zaman imparatorlukların zayıflaması feodal yönetimleri ortaya çıkarmıştır. Orta Çağ boyunca hüküm süren devletlerin hemen tamamı teokratik bir temele dayanmıştır. Bu dönemde demokrasi (İtalya’da kurulan bazı kominler hariç) hiç uygulanmamıştır.

Batıda 15.yüzyıldan itibaren ortaya çıkmaya başlayan Rönesansla birlikte yeni bir aydınlanma ortaya çıkmaya başlamıştır. Rönesans yeniden doğuş demektir. Burada yeniden doğan; akla, eleştiri ve sorgulamaya dayalı yeni bir insan, devlet, din ve evren, anlayışı ortaya koyma çabasıdır. Rönesans ‘la birlikte Orta Çağın dine dayalı, insan devlet ve doğa anlayışı sarsılmaya başlamıştır.

Rönesans Felsefesi

Rönesans felsefesi ilk önce insan anlayışı üzerinde durmuştur. İnsan nedir? insanın bu dünyadaki yeri ve amacı nedir? Soruları cevaplandırılmaya çalışılmıştır. Hümanizm adı verilen bu akım laik bir kültür ortaya koymayı amaçlamıştır. Hümanizmin öncülerinden sayılan Petrarca (1304-1374) insan için en yüksek değer ruhunun bağımsızlığı ve özgürlüğüdür der. İtalyan düşünürü Machiavelli (1469-1527) canlı bir doğa gücü olan insanın temel içgüdüsünün egemen olmayı istemek olduğunu savunur. Roterdamlı Erasmus (1469-1538) dönemin dogmalarını alaycı bir üslupla eleştirerek laik bir dünya görüşünü ortaya çıkartır.

İnsan anlayışına bağlı olarak toplum ve devlet anlayışlarında da değişiklikler olmuştur. Bu dönemde din devleti ya da ümmet anlayışı yerine laik temele dayalı ulus devlet fikri ön plana çıkmaya başlamıştır. Ulus devlet ve devlete dayalı hukuk fikrinin mimarı Machiavelli’dir. J. Bodin’ de Machiavelli gibi mutlak monarşiye dayalı ulus devleti savunmakla birlikte hukuk ve ahlak kurallarının hükümdarın otoritesini sınırlaması gerektiğini söyler. Liberal devlet anlayışının öncüsü sayılan H. Groteus (1583-1645) doğal hukuk kavramını ortaya atmıştır. Ona göre devlet, insanlar arasında doğal olarak var olan hukuk sistemini korumak için vardır. Fakat hukukun sınırı devlette bitmez, devletler arası geçerliliğe sahiptir. Groteus bu düşünceleriyle uluslar­arası hukukun mimarı kabul edilir. T. Morus (1480-1535) ve T. Campenella (1568-1636) adalet ve eşitliği gerçekleştiren ütopya devletler hayal ederler.

Rönesansta doğa anlayışında da yenilikler olmuştur. N. Cusanus (1401-1464) evrenin sürekli gelişen sonsuz bir varlık olduğunu ileri sürmüştür. Copemic (1473-1543) yer merkezci evren tasarımı yerine güneş merkezli evren tasarımını getirmiştir. Kopemik sistemine dayalı bir dünya görüşünü geliştiren G. Bruno (1548-1600) kiliseye karşı geldiği için yakılmıştır. Kepler (1571-1630), Galilei (1564-1642) ve Newton (1643-1727) Kopemik sistemini bilimsel temeller üzerine oturtmuşlardır. F. Bacon (1561-1626) doğaya egemen olmak için onu tanımak  gerektiğini fakat aklın  ön yargılar nedeniyle bunu başarmakta güçlük çektiğini söyler.

Rönesansla birlikte din anlayışında da değişmeler olmuştur. M. Lutter ( öl. 1517) kilisenin yarattığı yozlaşmayı ortadan kaldırmak için uğraşmış, tanrı ve kul arasına kimsenin giremeyeceğini savunmuştur. Stoa anlayışına dayalı bir akıl ve doğa dini ortaya koyma çabaları da olmuştur. J Bodin, ve Charbury (1581-1648) bu anlayışın başlıca öncüleridir.

Rönesansla başlayan aydınlanma düşüncesi artarak devam etmiş ve 17-18. yy. olgunluk seviyesine ulaşmıştır. Bu dönemde T. Hobbes (1588-1679) ve J. Locke (1632-1704) liberal devlet ve doğal hukuk anlayışını geliştirdiler. J. Locke ye göre insanlar salt insan olmaları nedeniyle doğuştan bazı haklara sahiptiler. Bu hakların başında yaşama hakkı ve mülkiyet hakkı gelir. Dönemin düşünürlerinden Montesquieu (1689-1755) kuvvetler ayrılığı düşüncesini ortaya atarak devletin mutlak gücünü kişi hak ve özgürlükleri karşısında sınırlandırmayı hedefledi. Fransız düşünürü J.J. Rousseau toplumsal sözleşme anlayışını savunarak demokrasi fikrini geliştiren düşünceler ortaya koydu.

J. J. Rousseau (solda), Montesquieu (ortada) ve J. Locke demokrasi düşüncesinin gelişimine önemli katkılar sağlamış düşünürlerdir.
J. J. Rousseau (solda), Montesquieu (ortada) ve J. Locke demokrasi düşüncesinin gelişimine önemli katkılar sağlamış düşünürlerdir.

Yukarıda sayılan düşünceler somut sonuçlarını 12 Haziran 1776’da ilan edilen Virginia Haklar Bildirgesiyle verdi. Bu bildirgede insanların doğuştan bazı haklara sahip oldukları güçlü bir şekilde dile getiriliyordu. Hemen sonra 4 Temmuz 1776 Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi, 1789 Amerikan Anayasası ve 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Haklan Bildirgesi’nde bu haklar tekrar edildi. Bu tarihlerden sonra pek çok ülkenin anayasasında bu haklar yer almaya başladı.

Yakın Tarihte Demokrasi

18. yüzyıl sonlarından itibaren İngiltere ve Amerika’da temsili demokrasi gelişmeye başladı. Siyasi partiler ortaya çıktı. Oy hakkının genişletilmesi için mücadeleler verildi.

19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında pek çok ülkede parlamenter demokrasiye geçildi. Kadınlara seçme ve seçilme haklan verildi. I. Dünya Savaşı ve 1929’da dünyada yaşanan ekonomik bunalımlar demokrasi açısından liberal hakların yetersiz olduğunu gösterdi. Bu dönemden sonra hukuk devleti ve sosyal devlet anlayışlarında gelişmeler oldu.

20. demokrasi açısından çalkantılı bir yüzyıl olmuştur. Zaman zaman Avrupa’da diktatörlükler ortaya çıkmıştır. Fakat özellikle dünyada kalıcı barış ve sürekli bir demokrasiyi gerçekleştirmeyi amaç edinen Birleşmiş Milletler Örgütü, Avrupa Konseyi, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, Avrupa Birliği gibi uluslararası örgütlerin geliştirdiği denetim mekanizmaları demokrasi sürecinin hızlanmasına neden olmuştur. Demokrasi ile yönetilen ülkelerin sayısı her geçen gün artmaktadır.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*